The Washington Post’ta yayınlanan ve “Tüm dünyada kahvenin aslında bir Osmanlı tarihi olduğu” anlatılan yazı, 1 Ekim Dünya Kahve Günü’nde yeniden gündeme geldi. Osmanlı İmparatorluğunun Avrupa ve Amerika’da da tarihin akışına ve kültürel hayata yön verdiği belirtilen yazıda, “Hepimiz kültürümüzün ve tarihimizin önemli kısımlarını tarihin en önemli imparatorluklarından Osmanlı İmparatorluğu’na, özellikle de 500 yıl önce yaşamış bir padişah olan I. Selim’e borçluyuz” denildi.
Yazıda, “I. Selim döneminden 18’inci yüzyılın başlarına kadar Osmanlı İmparatorluğunun ekonomisini sürükleyen unsurlardan biri de küresel kahve ticaretinin kontrolü idi. Aslında bu parlak kırmızı taneli bitkiyi ilk bulan Yemen seferi sırasında Sultan Selim’in ordusuydu. Osmanlılar bu taneleri nasıl içecek haline getirebileceklerini keşfettiler ve sadece kahve içmeye özgü mekanlar inşa ettiler. Biz Amerikalıların kahve dükkanları için Osmanlı Sultanı I. Selim’e teşekkür etmemiz gerekir” ifadelerine yer verildi.
Avrupalıların Osmanlı’yı dünya tarihi anlatısının dışında bırakmasının sorgulanması gerektiği belirtilen yazıda, “İslam bugün Amerika’da bizim Batı diye kabul ettiğimiz güce tamamen zıt tehditkar bir öteki gibi resmedilse de aslında tarihimizin ve kültürümüzün ayrılmaz bir parçasıdır ve zengin geçmişimizde yapıcı bir güçtür. Amerika, Protestanlık ve kahvenin hepsinde Müslüman bir tarih söz konusudur. Ülkemiz ABD ve dünya aslında oldukça Osmanlı’dır” değerlendirmesi yapıldı.
The Washington Post’ta Alan Mikhail tarafından kaleme alınan “Amerika’yı Değiştiren Osmanlı Sultanı: Amerika, Protestanlık ve kahve Hepsinin bir Müslüman tarihi var” başlıklı yazıda, çoğu Amerikalının sabahları yudumladıkları kahvelerinin onları Osmanlı İmparatorluğu’na bağladığını bilmediği ifade edildi.
Yazıda, Osmanlı Devletinin “Hristiyanlığın Amerika’daki hakim formu olan Protestanlığın doğmasına etki ettiğinin” ya da “Avrupalı kaşiflerin Amerika’yı Osmanlıların ve diğer Müslümanların Avrupa ile Asya arasındaki ticarette kurmuş oldukları hakimiyet nedeniyle keşfettiğini” çok az kişinin bildiği ifade edildi.
“Amerikalılar Osmanlı’yı bilmiyor”
Hatta bazı Amerikalıların Osmanlı İmparatorluğu’nun ne olduğunu bile bilmediği belirtilen yazıda, “Amerikalılar Orta Doğu’yu düşündüklerinde, genellikle Amerikan savaşları için bir tiyatro sahnesi ve petrolleri için gerekli bir bölge olarak görüyorlar. Oysa hepimiz kültürümüzün ve tarihimizin önemli kısımlarını tarihin en önemli imparatorluklarından biri olan Osmanlı İmparatorluğuna, özellikle de 500 yıl önce yaşamış bir padişah olan I. Selim’e borçluyuz” denildi.dır.”
Bu yılın eylül ayının Osmanlı İmparatorluğunun 9. padişahı ve büyük bir şahsiyet olan I. Selim’in ölümünün 500. yıl dönümü olduğu hatırlatılan yazıda, Yavuz Sultan Selim adıyla da bilinen I. Selim’in hayatının ve hükümdarlığının, günümüze kadar süren yansımalarıyla dünya tarihinin belki de en önemli yarım yüzyılını kapsadığına işaret edildi.
“Yavuz Sultan Selim’in zaferleri dünyayı değiştirdi”
Yazıda, Yavuz Sultan Selim’in Orta Doğu, Kuzey Afrika ve Kafkasya’daki savaşlarla Osmanlı topraklarını neredeyse üçe katladığı aktarılarak, “İtalyan kaşif Kristof Kolomb, Alman Katolik rahip Martin Luther, İtalyan diplomat ve siyaset filozofu Niccolo Machiavelli veya diğer çağdaşlarından çok, I. Selim’in zaferleri dünyayı tam anlamıyla değiştirdi” denildi. Yavuz Sultan Selim ve ordusunun 1517 yılında İstanbul’dan Kahire’ye sefere çıkarak Memlük mparatorluğu’nu mağlup ettiği anlatılan yazıda, şunlar kaydedildi:
“I. Selim artık hemen hemen hiçbir imparatorluğun sahip olmadığı kadar toprak parçasını yönetiyordu. Dünyaya hükmetmenin anahtarları elindeydi. Dünyanın merkezini kontrol ediyordu. Akdeniz, Hindistan ve Çin arasındaki ticaret güzergahlarını tekelinde tutuyor ve eski dünyanın okyanusları ve tüm büyük denizlerindeki limanların sahibiydi. Müslüman dünyasındaki dini hükümranlığı artık rakipsizdi. Muazzam bir nakit kaynağı, toprağı ve insan gücü vardı. Hükümdarlığı o kadar çok güçlü bir hale gelmişti ki ‘Allah’ın yeryüzündeki gölgesi’ unvanını kazanmıştı. Memlüklerin mağlup edilmesi, çağın iki büyük jeopolitik ve küresel gücü olan İslam ve Hıristiyanlık arasındaki küresel güç dengesini tamamen değiştirmişti. Bu çağda din, sadece kişisel inanç meselesi değil, dünya genelinde siyasetin örgütlenme mantığıydı. I. Selim, 1517 yılında, İslam’ın kutsal şehirleri Mekke ve Medine’yi alarak Hristiyan nüfusun çoğunluk olduğu bir imparatorluğu Müslüman nüfusun çoğunluk olduğu bir imparatorluğa dönüştürdü. Kutsal şehirlerin anahtarlarını teslim alması onu imparatorluğunun siyasi lideri olmasını yanı sıra dünyadaki bütün Müslümanların başı olarak Halife haline de getirmişti.”
“Avrupa, Osmanlı’nın dengi değildi”
Yavuz Sultan Selim’in genişleyen toprak hakimiyetinin, o zamanlar küçük beyliklerden ve birbiriyle didişen şehir devletlerinden oluşan bir kıta olan Hristiyan Avrupa için de dini bir tehdit oluşturduğu anlatılan yazıda, “Tek tek, hatta bir araya gelseler bile, bu büyük Müslüman imparatorluğun dengi değillerdi. Birçok Avrupalı, bu güç dengesizliğinin nedenini yalnızca siyasette değil ahlakta da yaşanan yozlaşma ile açıklıyordu. Bu eleştirilerden en kapsamlı ve kayda değer olanları Martin Luther tarafından ortaya konuldu. Kendisi Hristiyanlığın İslam karşısındaki zayıflığını Katolik Kilisesinin ahlaki bozukluğundan kaynaklandığını öne sürdü. Papa’nın yozlaşması, Hristiyanlık ruhunu içeriden çürüterek tüm Hristiyanlık alemini kırılgan yapmış ve bu nedenle yabancı düşmanlara karşı savunmasız hale getirmişti” değerlendirmesinde bulunuldu.
Yazıda, Katolik güçlerin o dönem Osmanlılara karşı savunma için askeri seferberlik halinde olmaları nedeniyle, bu ilk Proteston kıpırtıları bastırmak için ek güçler göndermekte tereddüt ettikleri belirtilerek, sonuç olarak Luther ve destekçilerinin Protestan inancını Alman kasabalarında, sonrasında da tüm dünyada yaymak için bir tutunma fırsatı bulduğu ifade edildi.
“Amerikalılar, hatta Starbucks Osmanlı Sultanı I. Selim’e teşekkür etmeli”
Osmanlı İmparatorluğunun muazzam büyüklüğü ve I. Selim’in bu geniş coğrafyayı kontrol etmekte gösterdiği dirayetli liderlik ile ekonomik olarak bir güç merkezi haline geldiği vurgulanan yazıda, şu ifadelere yer verildi: “I. Selim döneminden 18’inci yüzyılın başlarına kadar imparatorluğun ekonomisini sürükleyen unsurlardan biri de küresel kahve ticaretinin kontrolü idi. Aslında bu parlak kırmızı taneli bitkiyi ilk bulan Yemen seferi sırasında Sultan Selim’in ordusuydu. Osmanlılar bu taneleri nasıl içecek haline getirebileceklerini keşfettiler ve sadece kahve içmeye özgü mekanlar inşa ettiler. Biz Amerikalıların (ve tabi ki Starbucks’ın sahibi Howard Schultz’un) kahve dükkanları için Osmanlı Sultanı Selim’e teşekkür etmemiz gerekir. Çok azımız, bir Osmanlı sultanının ticareti jeopolitiğe dönüştüren ve dünyanın ilk özgün kitlesel tüketim ürünlerinden birinin arzını tekelleştiren kişi olmasını takdirle karşılıyoruz”
“Avrupalılar dünya tarihi anlatısında Osmanlıyı dışarıda bıraktı”
The Washigton Post’taki yazıda ayrıca şunlar kaydedildi: “Osmanlılar, Sultan Selim’in hükümdarlığından Birinci Dünya Savaşına kadar 600 yılı aşan bir zaman diliminde dünya sahnesinin ana aktörleri olarak var oldu. Avrupalı güçler 19. yüzyılda bu imparatorluğu siyasi olarak geride bırakmaya başladığında aynı zamanda Osmanlı’yı, dünyamızın nasıl oluştuğuna ilişkin tarih anlatısının dışında bıraktılar. Avrupalılar, kendi hakimiyetlerini bir şekilde kaçınılmazmış gibi göstermek için Osmanlı’nın son dönemindeki görece zayıflığını bütün bir tarihe yansıtmaya çalıştılar.
“Amerika ve dünya aslında oldukça Osmanlıdır”
Osmanlı İmparatorluğunun ‘Yeni Dünya’ ve günümüzdeki etkilerini görmek için bu görüşü sorgulamak, Osmanlı etkisinin aslında her yerde var olduğu gerçeğini kavramamıza yardımcı olacaktır. Bu bakış aynı zamanda Avrupalıların yüzlerce yıldır Osmanlı hakimiyetini nasıl ele aldıklarını anlamamıza da katkı sağlayacaktır. Yavuz Sultan Selim sayesinde Osmanlı, diğer tüm devletlerden daha fazla güce sahip oldu, daha çok toprağı kontrol etti, daha fazla insanı yönetti ve tarih sahnesinde daha uzun süre var oldu. Bu tarihi anlamak, Müslümanların ortak geçmişimizdeki ayrılmaz ve genellikle de görmezden gelinen veya reddedilen yerini görmemize yardımcı olacaktır. İslam bugün Amerika’da bizim ‘Batı’ diye kabul ettiğimiz güce tamamen zıt ‘tehditkar bir öteki’ gibi resmedilse de aslında tarihimizin ve kültürümüzün ayrılmaz bir parçasıdır, zengin geçmişimizde yapıcı bir güçtür. Amerika, Protestanlık ve kahvenin hepsinde Müslüman bir tarih söz konusudur. Ülkemiz -ve dünya- aslında oldukça Osmanlıdır.”