



Toplumcu Demokrasi Partisi (TDP) Genel Sekreteri Avukat Mine Atlı, Anayasa’da bulunan ‘Geçici 10. Madde‘nin konuşulmasının tam zamanı olduğunu vurgulayarak, suikastlerde kullanılan silahların adaya nasıl ve hangi yolla getirildiğini sordu.
Silah seslerinin de, karanlık gibi, açlık gibi, eğitime erişimsizlik gibi, sağlığa erişimsizlik gibi normalleştirilmesini istemiyorsak, derhal bu ülkede mafya operasyonu yapılması gerektiğini söyleyen Atlı, tam olarak geçici 10. Madde’nin en çok konuşulması gereken noktanın burası olduğunu belirtti.
Atlı, “Halka geçici 10. Madde dediğimizde çok soyut kalıyor aslında. Polisin sivile bağlı olmayışı, yani askere bağlı oluşudur bu madde. Bu insanlar bu ülkeye kalaşnikof silah getiriyorlar. Nasıl getiriyorlar? Ercan’dan girerek mi getiriyorlar? Hayır, başka limanlar vardır. Bu limanların denetimi polisin yanı sıra, sahil güvenliktedir” dedi.
“Sahil güvenlik ve asker, o silahları taşıyan geminin ülkeye girişinden bihaber olabilir mi?”
Atlı konuyla ilgili şunları söyledi;
“Bu ülkenin sahil güvenliğinin, bu ülkenin askerinin, o silahların geldiğinden veya o silahları taşıyan geminin bu ülkeye girişinden birhaber olması söz konusu olabilir mi? Olamaz. Ama bir müdahale yapılmıyor.
Başbakan ve Sayın Erhürman (CTP Genel Başkanı Tufan Erhürman) polis bize bağlıdır diyor. O zaman hesap sorsunlar bu silahların ülkeye nasıl girdiği konusunda. Soramaz çünkü ona bağlı değil. Bu büyük bir yalan, büyük bir yanılgıdır”
“Burada yaşadığımız ciddi bir irade sorumsuzluğudur”
Bulut Akacan‘ın babasının yine bir mafya hesaplaşması olduğu iddia edilen bir silahlı saldırıda yaralanması konusuna da değinen Atlı şunları kaydetti;
“Bir konuyla ilgili bir ihbar varsa, polisin derhal etkin bir tetkikat yürütme hükümlülüğü vardır. Özellikle can güvenliğimiz söz konusuysa. İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 2. Maddesi ‘yaşam hakkıdır’ ve bu yaşam hakkının içerisinde sadece insanlara yaşam hakkı tanımak yoktur, insanların yaşam haklarını korumak da vardır. Bu bağlamda devletin etkin bir rol oynaması gerekir.
Dolayısıyla her hangi bir şüphe, itham, söylem olduğu andan itibaren yani devletin ve yetkililerin bilgisine getirildiği andan itibaren o mecranın bunu araştırması, soruşturması ve bunun üzerine gerekli eylemleri, önlemleri alma yükümlülüğü vardır. Almadığı halde meydana gelen her hangi bir zarardan devlet doğrudan doğruya sorumludur. Hukuken durum bu ama burada yaşadığımız sadece bir hukuksuzluk durumu değildir.
Burada yaşadığımız ciddi bir irade sorumsuzluğudur. İrade ve siyasi olarak ciddi bir sistemsizlik vardır. Kendimize de sorumluluk yüklemeliyiz. Biz bu sorumluluğu sadece polise devlete yüklememeliyiz. An sorumluluk aslında onları bu görevlere çağıran halktadır”